31 Ağustos 2019 Cumartesi

Apollon Lermenos Tapınağı


                                                         
   kasım 2014 lermenos


Dinler tarihi açısından büyük önem taşıyan yazıtların Anadolu' daki tek Temsilcisi kutsal Apollon Lermenos Tapınağı' nın Denizli' de olduğunu bilyormuydunuz?…
Denizli' nin Çal İlçesi, Bahadınlar Köyü' nde bulunan kutsal Apollon Lermenos Tapınağı, din tarihi araştırmaları için eşsiz buluntular barındırmaktadır. Dinler tarihi açısından büyük önem taşıyan katagraphe, yani bazı insanları ya da mülkleri “tanrıya tahsis etme '' eylemini ifade eden yazıtların Anadolu' daki tek temsilcisidir. Ayrıca, yine Anadolu' da varlığı sadece iki bölgede kanıtlanan ve sonraları Hristiyanlar tarafından da benimsenmiş, itiraf geleneğini açıkça yansıtan yazıtların ele geçtiği Kuzeydoğu Lidya dışındaki tek alan olma özelliğine sahiptir.       

En Erken devirlerden itibaren bağcılığa, dolayısı ile de leziz şarapları ile ün salmış öyle ki, Çalkarası olarak adlandırılan ve dünya çapında tanınan bir üzüm türüne adını vermiş olan Denizli’ nin bereketli topraklara sahip ilçesi Çal, değeri ölçülmeyecek tarihi hazineleri de sessizce bağrında saklar. İlçe halkı arasında Asartepe olarak isimlendirilen küçük bir tepenin üzerine konumlanmış olan Apollon Lairenos Tapınağı da bunlardan sadece bir tanesi: Bahadınlar Köyü’ ne 4 Kilometre mesafede, Menderes Vadisi’ne hakim konumdaki konik formlu tepenin üzerinde küçük bir tapınağın kalıntıları göze çarpar. İlk bakışta Batı Anadolu’ da bir çok bölgede karşımıza çıkan yerel kült merkezlerinden birisi izlenimi veren bu tapınak, bir süredir özellikle din tarihi çalışan araştırmacıların dikkatini çekmektedir. Çünkü dinler tarihi açısından büyük önem taşıyan ve Anadolu’nun başka hiçbir bölgesinde karşımıza çıkmayan yazıt türlerinden birisine, yani katagraphe adı verilen ve bazı insanların ya da mülkleri “tanrıya tahsis etme” anlamını taşıyan yazıtlara tek başına ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca, bu mütevazi tapınak sadece Batı Anadolu’ da görülen ve daja sonraları Hıristiyanlar tarafından da benimsenmiş olan itiraf (Kefaret) geleneğini kanıtlayan yazıtların ele geçtiği iki bölgeden birisi olma özelliğine de sahiptir.




 Bir Anadolu Tanrısı olan Apollon Lairbenos’ a adanmış olan bu kutsal alan, Menderes Nehri’ nin güney kıyısında, Hierapolis’e 35 Kilometre mesafede bugün Çal Ovası olarak adlandırılan bölgede 1887 yılının Mayıs ayında araştırmacılar W.M.Ramsay, D.G. Hogarth ve H.A. Brown tarafından tespit edilmiştir. Bölgedeki diğer kült alanları göz önüne alınırsa Apollon Lairbenos Kutsal Alanı erken dönemlerde olasılıkla Tanrıça Kybele’ ye adanmış kült merkezinin üzerine, İ.S.II yüzyılda İmparator Hadrianus Dönemi ( İ.S.117-138 )  ve hemen sonrasında inşa edilmiş olmalıdır. Kutsal alanın en batısında Menderes Vadisi’ ne hakim bir noktaya tanrının tapınağı yerleştirilmiştir. Kuzeybatı-güneydoğu yönünde konumlandırılan tapınak, anakayayı kullanan yüksek bir podyum üzerinde, tetrastylos ( ön cephesinde dört sütun bulunan ) plan tipinde ve korinth düzenindedir.

Bu Kutsal Alan’ın adanmış olduğu Tanrı, tasvirlerinde genellikle bir elinde buğday başağı, meşe dalı ya da patera ( sunu kasesi ), diğer elinde ise çifte balta ( labrys ) taşır vaziyette betimlenen bazen de omzunda etrafına bir yılanın sarıldığı çifte balta taşıyan süvari biçiminde karşımıza çıkan Apollon Lairbenos’ dur. Kutsal Alan ve civarındaki köylerde tespit edilmiş olan yazıtlarda 14 farklı formda karşımıza çıkan tanrının adı, Hierapolis sikkeleri üzerinde “Lairbenos” şeklinde görülmektedir. Hierapolis sikkeleri göz önüne alınırsa “Lairbenos” tanrının isminin resmi formu belki de aslına en yakın olarak kabul edilebilir.


Tanrının adının Grekçe’de bu kadar çok sayıdaki farklı formlarda görülmesi, bu ismin yerel olduğunu ve içindeki bir sesli harfin Grek alfabesinde tam olarak karşılanmadığını göstermektedir. Roma İmparatorluk Devri’nde Anadolu’nun özellikle de Phrygia Bölgesi’nin dinsel atmosferine baktığımız zaman, Yunan tanrılarına ve Roma’nın resmi dinlerine olan saygının devam ettiğini fakat aynı zamanda çok sayıda yerel tanrı ve tanrıçanın da ortaya çıkmış olduğunu, sıklıkla da Yunan kökenli tanrı ve tanrıçaların yerel sıfatlarla nitelendirdiklerini ya da bir yer adı ile birlikte anılarak tapım gördüklerini böylece de bu dinlerin Anadolulaştırılmış olduklarını görmekteyiz.

Özellikle İ.S.II. ve III. yüzyıllarda Anadolu’nun kırsal kesiminde yaşayan ve Grekçe konuşan dindar halkın geleneksel Yunan inançlarından uzaklaştıkları dikkati çekmektedir.


Bu yerel tanrı ve tanrıçalara verilen isimler ile ilgili günümüze kadar yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçlar göstermektedir ki, bu tanrı ve tanrıçalar ya bir kişi adı ile ya da bir yer adı ile anılmaktadırlar. Genel olarak kabul edilen görüşe göre; tanrı ya da tanrıça isimlerini izleyen kişi adları bu kültü o yöreye getiren ve belki de ona bir tapınak inşa eden kişilerin isimleriyle, yer adları ise o kültün merkezi olan köyün adı ile ilişkilidir. Sonuç olarak, Batı Anadolu’ da tapım görmüş olan çok sayıdaki yerel tanrı ve tanrıçanın kendilerine adanmış olan bir kutsal alan ya da tapınağın bulunduğu yerleşimin adı ile ilişkili ve “-enos” ile biten ethnik Anadolu isimleri ile nitelendirilmiş olduklarını görmekteyiz. Apollon’a verilmiş olan bu sıfat Anadolu’da çok yaygın bir şekilde gördüğümüz gibi tanrının tapımının ilk çıkış yeri ya da en önemli tapım merkezinin adından türetilmiş ethnik bir isim olmalıdır. Bütün bilgiler dikkate alındığında “Lairbenos” sıfatı “Lairba’lı” anlamındadır ve tanrı kutsal alan ve civarında “Lairba’lı Apollon” olarak adlandırılmış ve bu isimle tapım görmüştür.



Apollon Lairbenos kutsal alanda, her dönem ve her bölgede gördüğümüz ve birlikteliği son derece doğal olan annesi Leto’ ve ikiz kardeşi Artemis ile birlikte saygı görmektedir. Özellikle Leto’ya duyulan inanç ve bağlılığı tapınak civarında ele geçen bir adak yazıtında Leto’nun Lairbenos’dan bagımsız bir şekilde “imkansızı mümkün kılan tanrıça” şeklinde nitelendirilmesi kanıtlamaktadır. Ayrıca yine kutsal alan civarında ele geçmiş olan adak yazıtlarına bakıldığı zaman tanrı Anadolu’nun bütün bölgelerinde olduğu gibi Helios’la özdeşleştirilmiş Helios Apollon Lairbenos olarak tapım görmüştür.


Apollon Lairbenos Kutsal alanı’nda nasıl bir tapınma yöntemi izlendiği tam olarak bilinmemekle birlikte, epigrafik malzemelerden edindiğimiz bilgiler doğrultusunda halk bu tür yerel tapınma merkezlerine, olağan ibadetlerini yapmak (Kurban kesmek, ilahiler söylemek vb.), tanrılardan yardım ve şifa dilemek, tanrılara şükranlarını sunmak, tanrıların emirlerini öğrenmek, kendilerine rüya veya kehanet aracılığı ile verilen emir gereğince adak sunmak gibi amaçlar ile gelmekte idi. Apollon lairbenos Tapınağı’na da kişiler yukarıda sıraladığımız ibadet türleri için geliyorlardı. Fakat bu Kutsal Alanı diğer yerel tapınma merkezlerinden ayrıcalıklı kılan iki özellik küçümsenemeyecek kadar önemli ve değerlidir. Bunlardan ilki, kişilerin kendi istekleri ya da tanrının emri uyarınca çocukları, evlatlıkları ya da kölelerini birer “kutsal personel” olarak Tanrı apollon’un hizmetine tahsis ettiklerini gösteren ve katagraphe adı verilen yazıtları adamak buraya için gelmeleridir. Bir diğer ayrıcalığı ise, kişilerin tapınağa işledikleri bir günahı itiraf etmek ( günah çıkarma ) ve bunun kefaretini ödemek amacı ile adak yazıtı sunmak için gelmiş olmalarıdır.



Bütün bu yazıtları Apollon Lairbenos Tapınağı’na adayan kişiler arasında, Hierapolis, Laodikeia, Motella, Dionysopolis(Ortaköy), Tripolis, Atyokhorion ve Blaundos ile Hyrgaleis Ovası’ndan gelenler yer almaktadır. Bu geniş yayılım alanı, Apollon lairbenos Tapınağı’nın bölge sınırlarını aşmış olan ziyaretçi yoğunluğunu ve yukarı Menderes Havzası ile Lykos Vadisi’nin dinsel ve sosyal yaşamdaki büyük önemini kanıtlar niteliktedir. Tamamen Roma İmparatorluk Dönemi’ne ait olan yazıtların çoğu İ.S.II. ve III. yüzyıllara aittir.

Katagraphe adı verilen yazıt grubu Anadolu’da sadece Apollon Lairbenos Kutsal Alanı’nda tespit edilmekte ve bu yazıtlar aracılığı ile Apollon Lairbenos’a insan bağışlama şeklinde bir ibadet de karşımıza çıkmaktadır ki Apollon Lairbenos Anadolu’da bu tür bir ibadetin yapıldığı tek tanrı olma özelliğine sahiptir. Bu yazıtların en yakın örnekleri Makedonia’da ele geçmektedir. Genel tarzda ifade edecek olursak, bu yazıtların amacı köleleri veya çocuklar, torunlar gibi yakın aile bireylerinin Apollon Lairbenos’a adanması eylemini halka duyurmaktı.

Bu tür yazıtlardan edinilen bilgiler, adama işleminin adanmış olan kişi bir köle ise bu köleye özgürlük bahşettiğini ortaya koymaktadır. Fakat bu özgürlük şarta bağlıydı, yani kölenin adandığı tanrının tapınağında belli zamanlarda hizmet etme zorunluluğu ile sınırlanıyordu. Bu şartın dışında kimsenin adanmış köleyi satmaya veya para karşılığı kiralamaya hakkı olmazdı ve yazıt aracılığı ile de kölenin özgürlüğü hem adandığı tanrı hem de devlet kurumları tarafından garanti altına alınmış oluyordu. Bu nedenle cezalara kamusal bir nitelik de atfetmişlerdir.


Kutsal alana ait sunaklar ve steller üzerindeki yazıtların çokluğu burada stel satıcılarının ve taşçı ustalarının bulunması gerektiği düşünülmektedir. Bunun yanı sıra, katagraphe yazıtları aracılığı ile öğrendiğimiz tanrıya dokuma ya da seramik atölyeleri tahsis edilmesi eylemi, kutsal alanın etrafına konumlanmış olan bu atölyelerde farklı ticari etkinliklerin yapıldığını, bunlardan bazılarının tapınak adına üretim ve satış yapma işlevi görmüş olabileceklerini, dolayısı ile de burada gelişen bir tapınak ekonomisinin varlığını düşünmemizi mümkün kılmaktadır.



Apollon lairbenos Kutsal Alanı ve civarında tespit edilmiş olan epigrafik buluntuların büyük bir bölümünü katagraphe (Köle ve özgür vatandaşların tanrıya ithaf edilmesi) yazıtları oluştururken aynı ölçüde önemli bir kısmı da aslında birer adak yazıtı olan günah çıkarma (Kefaret) ya da itiraf (confessio) yazıtlarından oluşmaktadır. Antik devrin dinsel yaşantısını açık bir şekilde yansıtmaları açısından oldukça önemli bir yere sahip olan itiraf yazıtları, Anadolu’da sadece Lydia Bölgesi’nde katakekaumene (yanık arazi) olarak adlandırılan Kuzeydoğu Lydia da ve Phrygia’daki Apollon Lairbenos Kutsal Alanı’nda ele geçmektedirler. Bu yazıtlarda kişiler işledikleri bir suçun günahını itiraf ettikten sonra tanrıya adaklar sunmuşlardır. Günah çıkarma yazıtları, bu adakları sunan kişilerin samimi itiraflarını barındırmaları nedeni ile tespit edildikleri yörenin sosyal ve kültürel yaşamı hakkında önemli bilgiler vermektedirler.

Mezopotamya orijinli olan günah çıkarma geleneği Anadolu’da oldukça eskilere dayanmaktadır. Anadolu’daki kökeni Hititlere kadar inen ve Hitit imparatorluğu’nun çöküşü ile birlikte ortadan kalkan bu geleneğin, Lydia’da katakekaumene olarak adlandırılan volkanik bölge ile Phrygia’daki Apollon Lairbenos Tapınağı civarında yüzyıllar sonra tekrar ortaya çıkması din tarihi araştırmacılarının doğal olarak dikkatini çekmektedir. Hitit İmparatorluğu’nun çöküşü ile birlikte ortadan kalkan bu tür yazıtların Roma İmparatorluk Devri’nde tekrar görülmesi bilim adamları, bu geleneğin bütünüyle kaybolmuş olması nedeniyle değil henüz yeterli epigraphik buluntunun ele geçmemiş olmasından kaynaklandığı şeklinde yorumlanmaktadır.


Bu yazıtlar genel olarak kişilerin işledikleri günahları, bu günahlar nedeniyle tanrının onlara verdikleri hastalık ve ölüm gibi cezaları ve tanrısal öfkenin günahlar tarafından ne şekilde yatıştırıldıklarını konu almaktadır. Adak yazıtlarının en değerli grubu olarak kabul edilen, genellikle anlaşılması güç ve kötü bir Grekçe ile yazılmış olan günah çıkarma yazıtları edebi metinler aracılığı ile yeterli derecede bilgi edinemediğimiz yerel kültür hakkında sağladıkları ayrıntılı bilgiler açısından çok büyük önem taşımaktadırlar.

İtiraf yazıtlarında karşımıza çıkan ifadeler Apollon Lairbenos’un bu bölgede yaşayan insanların yaşamında diğer tanrılardan daha büyük ve inanılmayacak derecede etkin rol oynadığı kanıtlamaktadır. Örnekler çoğaltılabilir olmakla birlikte Antik Devir ile içinde bulunduğumuz çağ arasındaki benzerliği çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermesi açısından yalan söylediği ve abdestsiz (temiz olmamak) bir şekilde kutsal alana girdiği için cezalandırılmış olan bir kişinin itiraf yazıtı herhalde tek başına yeterlidir. “ Ben Hierapolisli Sosandros, bir yalan yeminden sonra temiz olmayan bir durumda ortak tapınağa girdim; cezamı buldum, bildiririm ki, benim bu diktiğim steli ibret alan hiç kimse Lairmenos’u küçümsemesin” Yerel Anadolu dinlerinde büyük bir günah olarak kabul edilen ve hoş karşılanmayan davranışlardan birisi de, yalan yere yemin etme, yemin bozma ya da küfür edilmesiydi. Özellikle Phrygialılar’ ın yemin ve küfür konusunda son derece tutucu oldukları ile ilgili bilgileri bazı antik yazarlardan öğrenmekle beraber, Apollon Lairbenos Kutsal Alanı’ndaki itiraf yazıtlarında da bu konuda titizlik dikkati çekmekte ve en sık karşılaştığımız günahlardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.





Edebi metinler aracılığı ile yerel kültler hakkında ne yazık ki yeterli derecede bilgi edinememekteyiz. Buna karşılık yerel tapım merkezlerinde tespit edilen adak yazıtları ilk çağ tarihi açısından çok büyük önem taşımaktadır.Apollon Lairbenos Kutsal Alanı ve civarında tespit edilmiş olan yazıtlardan anlaşılmaktadır ki; Roma İmparatorluk Dönemi’nde bölgede dinin günlük yaşan üzerinde yoğun bir etkisi bulunmaktaydı. Öyle ki bu tür yazıtlarda tanrıların tapınağın arazisinde bulunan yerleşimlerin sahibi olduğunu gösteren bazı ifadeler, dinsel bir iktidarın varlığı bile düşünmemize yol açacak niteliktedir.

Apollon Lairbenos Kutsal alanı’nın adakları bahsettiğimiz iki yazıt türü arasındaki ilişkiyi belirleme açısından da oldukça önemlidir; aynı anıtlar üzerinde yazılmış olan itiraf yazıtları tanrının ona tapanların davranışlarını nasıl kontrol ettiğini, katagraphe yazıtları ise onları hizmetinde nasıl çalıştırdığını ortaya koymaktadır.    

  METİN;Esengül AKINCI ÖZTÜRK, Epigraf
Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi 




Tarihi İpekyolunda Denizli.Çardak Han - Ak Han kervan sarayları


 Tarihi İpekyolunda Denizli

 Turizm alanındaki gelişmeler dünya ekonomisinde özellikle son yıllarda giderek artan bir önem kazanmaktadır. Dünyada en hızlı gelişen sektörlerden biri olan turizmin hacmi, son 40 yılda, yıllık ortalama yüzde 7,4'lük bir ivme ile artış kaydetmiştir. 
Turizmdeki bu gelişme sürerken, Türkiye'de de turizm yatırımlarına verilen önem giderek artmış ve son yıllarda da dünyadaki tanıtım çabalarının da sonucu olarak turizm sektöründe çarpıcı gelişmeler kaydedilmiştir. 

Kültür Bakanlığımız , değişen tüketici tercihlerini de göz önüne alarak turizmin çeşitlendirilmesi, ülke sathına yaygınlaştırılması, değerlendirilmemiş turizm potansiyeline işlev kazandırılması amacıyla, ülkemizin tüm yörelerinde mevcut doğal ve kültürel değerlerin araştırılması ve turizme kazandırılması çalışmalarını yürütmektedir. 
Bu çalışmalardan biri olan “ıpek Yolu–Han ve Kervansarayların Turizme Kazandırılması” projesi kapsamında; Kültürel mirasımızın en önemli unsurlarından ve çoğu doğaya, çevresel etkenlere yenik düşmüş olan han ve kervansarayların korunması, bir koruma kullanma dengesi içerisinde yaşatılarak “Tarihi ıpek Yolu”nun canlandırılması planlanmıştır. 

İpek Yolu, bugün de olağanüstü bir tarihsel ve kültürel zenginlik sunmaktadır. 
Bu yol, Orta Asya'yı Avrupa'ya bağlayan bir ticaret yolu olmasının ötesinde, 2000 yıldır bölgede yaşayan kültürlerin, dinlerin, ırkların da izlerini taşımaktadır. 
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'nin de bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra, ıpek Yolu 'nun hem bir ticaret yolu, hem de tarihsel ve kültürel değer olarak yeniden canlandırılması gündeme gelmiştir. Bu nedenle, ilk etapta ana tur güzergahları ile çakışan ıpek Yolu üzerinde değerlendirilmesi düşünülen, han ve kervansaraylara ilişkin ön etüdler yapılmış ve 11 adet kervansaray belirlenmiştir. Belirlenen bu kervansaraylardan 2 tanesi ilimizde yer almaktadır.
Çardakhan Kervansarayı
Denizli–Afyon karayolu üzerindeki Çardak ilçe merkezinin içinde bulunan ve bu han, portali üzerindeki yedi satır kitabesine göre, Alaeddin Keykubat zamanında, onun azadlı kölesi ve emirlerinden Esededdin Ayaz bin Abdullah el şahabi tarafından yaptırılmıştır. 1230 (H.627) yılı Ramazan ayında bitirilmiş ve kitabesine göre “Ribat” olarak yapılmıştır. Doğu-batı doğrultusunda inşa edilen han, oldukça geniş kare avlusu ve altı bölümlü, beş sahından oluşan holü ile sultan hanlarının sadeleşmiş bir benzerini oluşturmaktadır.

Kapalı mekan doğu-batı ekseninde dikdörtgen planlıdır. Derinlemesine dört sıra halinde ve her bir sırada beşer paye kullanılması ile beş sahın oluşturulmuştur. Han Dinar ilçesine bağlı olduğu dönemlerde “Hanabat” ismiyle anılmakta ve Kurtuluş Savaşı sırasında da zahire ambarı olarak kullanıldığını kaynaklardan öğreniyoruz. Kültür ve Turizm Bakanlığınca UNESCO Dünya Miras Listesi’ne aday gösterilerek 2000 yılında geçici listeye dahil edilmiştir.     
            







  

Akhan Kervansarayı

Denizli–Afyon karayolunun 7. Km.sinde bulunan han, aynı adı taşıyan köyün hemen girişinde yer alır. Anadolu Selçuklularının batıdaki son kervansaraylarından olan, ve iki kitabesi bulunan Ak Han sultan hanları şemasına uymakla beraber, oldukça küçük bir handır.
Han'ın iki kitabesi bulunmaktadır. Kapalı olan kısmı 1253 (H.651) yılında, avlu 1254 (H.652) de tamamlanmıştır. Yaptıran Vali Seyfettin Karasungur bin Abdullah'tır. Kitabede II. ızzettin Keykavus'un adı geçmektedir. Simetrik bir plan göstermeyen kervansaray açık ve kapalı bölümlerden oluşmaktadır. Toplam 1100m2'lik bir alan üzerine oturmakta olup, kare bir avlu ve derinlemesine dikdörtgen bir holden oluşmaktadır.Kapalı mekan derinlemesine iki sıra paye ile üç sahına ayrılmıştır. Ortada bulunan sahın yan sahınlardan daha geniş ve yüksek tutulmuştur. Üst kısım tonoz ile örtülmüştür. Sivri kemerli niş biçiminde portali, basık kemerli giriş kapısı ile yarım metre dışa taşmıştır. Üzerinde bulunan kitabesi ile oldukça sade bir görünüşe sahiptir. Kapalı mekanın simetrik düzenlemesine karşın avluda asimetrik bir plan karşımıza çıkmaktadır. Avlu girişinin sağ tarafındaki bölümde, iki katlı mekanlar, bir eyvan ve iki kapalı birim yer almasına rağmen, diğer tarafta revaklar ve kapalı mekana bitişik tonozlu iki mekan yer almaktadır. Han'ın avlu portali geometrik ve plastik süslemeleri ile oldukça görkemlidir. Portalde görülen en önemli özellik ise, Konya-Karatay Han ile rekabet edecek derecede figürlü süslemelere sahip olmasıdır. Geyik, sfenks, kuş, kartal, aslan, ejder vb. hayvan figürleri, gamalı hac motiflerinin aralarına yerleştirilmiş, oldukça grift bir süsleme oluşturulmuştur. Mimari bakımdan önemli bir şaheser olan Ak Han'ın bazı bölümlerinde ince işçilik istemeyen kesme taş kullanılırken, avlunun güney ve batı cephesi orijinal düzgün mermer kaplamadır. Yapının içinde ve dışta devşirme taş malzeme yoğun olarak göze çarpmaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığınca UNESCO Dünya Miras Listesi’ne aday gösterilerek 2000 yılında geçici listeye dahil edilmiştir.     

   
      


        

  


Kayı Pazarı Minaresi Restorasyon Hikayesi (TARİHE GEÇTİNİZ)

TARİHE GEÇTİNİZ.....İzmir Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurul Kararına rağmen Minareyi Kurtardılar.....
Horozmedya 24.12.2004


                                                           Vali Gazi ŞİMŞEK

                                                   Mehmet KORKMAZ İl KÜL.TURİZM MD.












Ulu Cami, Kurşunluoğlu Konağı ve Külahçıoğlu Un Fabrikası’nın başına gelenler, Denizlili bürokratların
 sayesinde Kayı Pazarı Minaresi’nin başına gelmedi. Bürokratlar, Kurul’un “yıkılmadan korunsun” dediği 
minareyi kurtardı.     
Adı, Kayı Boyu’ndan gelen Türkler’in kurduğu pazaryerinde bulunması nedeniyle Kayı Pazarı Camisi olan
 Çal’a bağlı Süller Beldesi’ndeki minare yıkılmaktan kurtuldu. Yerel bürokratlar inisiyatiflerini kullanarak 
kurul kararına rağmen minareyi restore etmek için kolları sıvadı.Merdiven ve tuğlalar çürüdü
Yüzyıllardır ayakta duran minarenin kurtarılması için çalışma başlatan Kültür Müdürlüğü, mimar Hülya 
Kahveci’den rölöve ve restorasyon projesi hazırlamasını istedi. İlk önce olduğu haliyle korunması
 yönünde rapor veren Kahveci, minareyi yerinde inceleyince fikrini değiştirdi. Tuğlaların ve minarenin 
taşıyıcı sistemini oluşturan merdivenlerin yağmur suları nedeniyle eridiğini gören Kahveci, minarenin 
sökülerek yeniden inşa edilmesi için rapor hazırladı.Restorasyon projesi onaylandı
Hazırlanan rapor İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na gönderildi ve
 restorasyonun sökülerek yapılacağı bildirildi. Raporu inceleyen kurul, restorasyon projesini olduğu 
haliyle onayladı ancak “yıkılmadan sağlamlaştırılmasını” istedi. Ancak Aydın Vakıflar Bölge Müdürlüğü 
ve Denizli Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü’nün uzman üyeleri, minarenin yıkılmadan sağlamlaştırılmasının 
mümkün olmadığını belirterek karşı oy kullandılar.


Ödenek ayrıldı Minarenin yıkılmadan sağlamlaştırılmasının mümkün olmadığını düşünen Kültür ve 
Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz ve Müze Müdürü Hasan Hüseyin Baysal, Vali Gazi Şimşek’in de 
onayını alarak minarenin aslına uygun olarak yeniden inşa edilmesine karar verdi. Ardından 
çalışmalar başladı ve minarenin tüm tuğlaları sökülerek Çal Belediyesi’nin bir deposuna yerleştirildi. 
Ayrıca Özel İdare Bütçesi’nden 20 milyar lira ödenek ayrıldı. Kurtulması mümkün değildi Minarenin önce rölöve,
 ardından da restorasyon projesini hazırlayan mimar Hülya Kahveci, incelemeye gittiklerinde 
minarenin yıkılmak üzere olduğunu söyledi. Projeyi hazırladıktan sonra Kültür Müdürlüğü’ne teslim
 ettiğini belirten Kahveci, “Proje için gittiğimde, minarenin külahı olmadığından yağmur suları nedeniyle
 tuğlaların ve merdivenin ezildiğini gördüm. Minarenin taşıyıcı sistemini merdivenler oluşturduğu
 için merdivenlerin sağlamlığı tartışılır durumdaydı. Ben raporumda minarenin şakulünün kaydığını ve 
ağırlığı taşımasının risk olduğunu yazdım. Ayrıca zarar vermeden sökülmesini de önerdim” dedi. 






Kahveci minarenin olduğu şekliyle korunmasının zor olduğunu belirtirken, “Minareyi çember içine 
de alabilirdik. Ancak bu kez de içeriye doğru yıkılacaktı. Sadece dış cephesi eski olsa bir takım
 kimyasallarla yapıştırıp kurtarabilirdik. Ama taşıyıcı sistem olan merdivenler eskimişti” diye konuştu.

Vali Gazi Şimşek ise uzmanların raporları ışığında hareket ettiklerini söylerken, “Önümüze gelen
 raporlarda buranın kurtarılmasının başka yolunun olmadığını anladık. Kurtarılması için bütçe ayırarak 
vinç ve usta aracılığıyla tuğlaları tek tek söktük.Tuğlaları Çal Belediyesi’ne ait depoya kaldırdık. 
Aslına uygun malzeme üretilmesi için bağlantılar kurduk. Bu aşamada ilk önce duvarların ortaya 
çıkarılması için Müze Müdürlüğü aracılığıyla kazı yapacağız. Duvarları ortaya çıkardıktan sonra 
duvar bağlantılarını yapıp minareyi tekrar inşa edeceğiz” dedi.
Horozmedya Bülent ÖZTÜRK 24.12.2004 







KÜLTÜREL MİRASIMIZ DİBEK TAŞLARI:



KÜLTÜREL MİRASIMIZ DİBEK TAŞLARI:
Denizli Baklan -Hadim de  üç ayrı alanda dibek taşı vardı, eskiden yaz aylarının sonunda hasat mevsimi
 bittikten sonra tarladan kalkan bereketli tahıllar ambarlara doldurulur,
Güz mevsiminde, kışlık gıda hazırlıklarının telaşı başlar.Kırlardaki işlerini bitiren
 kadınlar, kızlar yeni ve temiz kıyafetleriyle mahallede salamuralık, kurutmalık 
kışlık erzaklarla uğraşırlardı.
Dibek taşı, köy meydanında, ortak kullanılan içi oyulmuş, sert ve büyükçe bir taştır.
 Köylüler, nöbetleşe buğday, mısır gibi tahılları dibek taşında ağaç tokmaklarla 
döverek kepeğini ayırırlardı. Anadolu köylüsünün temel besini olan keşkeklik, aşlık, 
bulgurluk, dolmalık, çorbalık gıda malzemeleri dibek taşından geçerdi.
Dibek dövülmesinin köy hayatında ayrı bir yeri vardır. Festival havasında geçen,
 gülüş çığrış, en canlı ve renkli imece adetlerindendi. Bazen sıra kavgalarına sebep
 olsa da; toplumsal yardımlaşmalar, buluşmalar, dostluklar, sevgilerin, sevdaların 
gönüllerde yer bulduğu mekânlardı.
Gelecek kışta yapılacak düğünlerde, bayramlarda köy halkına ikram edilecek
 düğün yemeklerinin, keşkeklerin şimdiden hazırlanması düşünülürse dibek 
dövülmesinin değeri bir kat daha anlaşılır. Bu yüzden genç kızlar, dibek dövülmesi 
işinde elâleme görücüye çıkarlardı.
Damat ile sadıç (sağdıç) ve yakın arkadaşları düğün seyircilerinin huzurunda üç 
koldan soku (tokmak) lar ile ritimli bir şekilde keşkeklik döverlerdi.
O meydana gelen köylüler gönüllü olarak dibek dövmeye yardım ederler.
Dibek taşına dökülmüş hafif ıslatılmış buğday, üç kişi ağaç tokmaklarla belli ritim 
sırasına göre vurarak kepeğini soyarlar. Genç, güçlü, heybetli olan, ağaç tokmağı 
vurduğu zaman yer sarsılır, köyün öteki ucundan ses duyulurdu. Altı üstüne
 karıştırılarak tekrar dövülür, sonra kilimlere boşaltılan taneler, kurutulur savrularak
 kepeğinden ayrılırdı.
Bütün bu işlemler yapılırken gençler birbirini yakından görürler, evlenmelerinin ilk 
adımını atmış olurlardı. Evlendikten yıllar sonra, kendi aralarında konuşurken 
birbirlerine takılmadan edemezlerdi.


TAYLAND PRENSESİ , PAMUKKALE BEYAZ CENNETİ GEZDİ...

TAYLAND PRENSESİ ,
DÜNYACA ÜNLÜ PAMUKKALE BEYAZ CENNETİ GEZDİ...(8.7.2014)


TAYLAND KRALLIĞI PRENSES BAJRAKİTİYABHA VE BERABERİDEKİ 
8 KİŞİ İLE BİRLİKTE TURİZM CENNETİ PAMUKKALE'Yİ 8 TEMMUZ 2014
 TARİHİNDE ZİYARET ETTİ.PAMUKKALEYE HAYRAN KALDI.PAMUKKALE 
HİERAPOLİS BEYAZ CENNETİ ZİYARET EDEN PRENSESİ İL KÜLTÜR VE
 TURİZM MÜDÜRÜ MEHMET KORKMAZ PAMUKKALE GÜNEY GİRİŞİNDE 
KARŞILAYARAK PAMUKKALE HAKKINDA BİLGİ VERDİLER










Karcı Dağı eteklerinde Çal pekmezli kar şurubu yenir!

Karcı Dağı eteklerinde Çal pekmezli kar şurubu yenir!


100 yıllık 'seren su kuyusu

Tavas Altınova'da 100 yıllık 'seren su kuyusu' hala dimdik ayakta bereketli topraklarda yaşamını 
kaynak.BOZKIR YÖRESİNDE ÇINGIRAKLI KUYU (SEREN) KÜLTÜRÜ Ergün VEREN*

Basit suç çıkartma makinelerinden seren-tapındık/çekme kova olarak bilinen mekanizma yöresel isimlerle de anılmaktadır. Bunlardan biri de çıngıraklı/cıngırıklı kuyu terimidir. Konya-Bozkır yöresinde de çıngıraklı/cıngırıklı kuyu olarak isimlendirilen bu basit su çıkarma makineleri bulunmaktadır ve etrafında da bir kültür oluşmuştur. 
1. SEREN (ÇINGIRAKLI KUYU) Seren terimi literatürel bağlamda farklı alanlarda değişik işlevleri olan çeşitli objelerin isimlendirilmesi olarak ortaya çıkmaktadır. Seren denizcilikte yatay yelken direğine (Şekil 1) verilen isim (Ts 2006); sulama ve ziratta basit su çıkartma aracı (Fotoğraf 1); halk matematiğinde uzunluk ölçüsü birimi1 (Şekil 2); Türk Mitolojisinde de koruyucu ruhunun da olduğuna inanılan (sergey/sergen)2 (Fotoğraf 2) kutlu direk; mimarlıkta konut kapılarında menteşe ve kilidin takıldığı düşey konumdaki kalın parça (Ts 2006); arıcılıkta yüksekçe bir platformun üzerinde konulan karakovan grubu (Fotoğraf 2a) (Yavuz 2009); kerestecilikte de seren yapılan köknar kerestesine ve uzun, kalın, silindir şeklindeki çam kerestesine (Öts 1996:2497) verilen isimdir. Sermek/asmak fiilinden gelir (Gülensoy 2007:755;756) ve sırık kelimesi (Karakurt 2012:755) ile bağlantılıdır (Veren 2015:259-284), (Veren 2015:259-284). 1 Seren - Halk Matematiğinde elin parmaklar açık halde iken başparmak ucuyla işaret parmağı ucu arasındaki uzunluğuna verilen isimdir (Gülensoy 2007:765’dan Kalay 2004:250;259) 2 Serge – Türk, Altay, Yakut ve Dolgan halk kültüründe ve mitolojisinde Kutlu Direk. Sergey veya Sergen de denir. At bağlamak için kurulan direk. Bu direğin koruyucu ruhunun (İyesinin) bulunduğuna inanılır. Genel sergenlerin dışında avluya dikilen özel At Sergenleri vardır. Kiyi Serge / Gelin Sergeni’ne sadece gelinin atı bağlanabilir. Ayrıca ulu bayramlarda dikilen özel sergenler olur. Yerin, suyun ruhlarının mânevi desteğini, alabilmek için sayıları üç veya dokuz olan sergenler de mevcuttur. İnekler için dikilen serge de vardır ve buna at bağlanılmaz. Sergeler ağaçlarla, yeleden yapılan süslerle donatılır. Sergenin başına tahtadan atbaşı simgesi konur. Bazı masallarda yeraltı, yeryüzü ve gökyüzünü birbirine bağlayan Altın Direk ile eşdeğer görülür. Zenginliği, saygınlığı ve gücü temsil eder. Yeryüzündeki kısmına kahramanlar, yeraltındaki bölümüne Erlik, gökyüzündeki parçasına ise Ülgen atını bağlar. Kelime, Sırık kelimesi ile bağlantılıdır. Sermek fiilinden gelir (Karakurt 2012:755)

2. SEREN ETRAFINDA OLUŞAN KÜLTÜR İslam dininin kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’de “Yûsûf Suresi” 10-15-16-19 ve 45’inci ayetlerinde kuyu terimi özellikle de 19’uncu ayette “kuyuya kova salma” ifadesi vardır5 . Divani Lügati’t Türk incelendiğinde “kova”, “kuyu” ve “su” vb.6 anlamına gelen kelimelerin varlığı görülmektedir. Ancak en dikkat çekici olanı ipli kova anlamındaki 5 İslam’da Kuyular konusunda kapsamlı bilgi için bakınız: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Kuyu başlıklı maddesi (E.V.). 6 Kaşgarlı Mahmut’un Araplara Türkçe öğretmek ve Türkçe’nin de Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermek amacıyla 1072-1074 tarihleri arasında hazırladığı ansiklopedik sözlük olan Divanü Lügati’t Türk’te “kova”, “kuyu”, “su^vb. anlama gelen kelimelerden bazıları şunlardır: aftabı: kova (I,432), kova: kova (I,147; III, 237), kumgan: kova, ibrik, gugum, gülsuyu şişesi (I,432,440;II,353), susık: kova (I,382), uruklug (kova): ipli kova (I,147), çat: kuyu (III,146), kudug: kuyu (III,122,282), kudı: kuyu, çukur, a;ağı, aşağıya (I,100,164, 169, 190; II,24, 83, 228,; III,46,61,69, 220), kudug: kuyu (I,375, 456, 457,; II,155; III,111, Fotoğraf,4 Fotoğraf, 5 Fotoğraf, 3 Fotoğraf, 3a Fotoğraf,7 Fotoğraf, 8 Fotoğraf, 9 945 BOZKIR YÖRESİNDE ÇINGIRAKLI KUYU (SEREN) KÜLTÜRÜ ULUSLARARASI SEMPOZYUM: GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BOZKIR uruklug (kova) (I,147) dır. Bilindiği üzere ipli bir kova ile yüksek bir yerden daha aşağıda bulunan yer üstü veya yeraltı kaynağındaki su yukarıya çekilebilir/çıkartılabilir. Bu yaklaşımdan hareketle kuyulardan su çekmek için o dönemde de seren ya da benzer bir düzeneğin Türk coğrafyasındaki varlığından söz edilebilir (Veren vd. 2013:253- 267). Türkiye’deki tiyatro eserlerinde de seren objesi görülmektedir. Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesi Çatallı ve Daydalı köylerinde geçen bir olayı anlatan “Çatallı Köy” isimli piyeste “Seren” yöresel ismi “Salındırmalı Kuyu” olarak birinci perdede “Emine” ve “Remzi” karakterleri arasındaki diyalogda7 geçmektedir (Yörük 1988:11). Yine Türkiye’de “Seren” objesi türkülere8 , bilmecelere9 , fotoğraf sanatçıları (Fotoğraf 1a) ve ressamların (Resim 1, 2) çalışmalarına içerik ya da konu olmaktadır. 




DENİZLİ 'NİN İLK KÜLTÜR ENVANTERİ











DENİZLİ 'NİN İLK KÜLTÜR ENVANTERİ İl Kültür Turizm Müdürlüğüm döneminde Denizli'nin

19 İlçesini kapsayan bilgi ve belgeleri 6 yıl gibi uzun sürede toplanıp kaydaltına aldım ve 
2016 yılında da TÜRSAB'ın mali katgıları ile yayınlanmasını sağladım.
Denizli'nin İlk Kültür Envanteri olma özelliğine sahip 1000'E YAKIN TESCİLLİ KÜLTÜR 
VARLIĞININ YERALDIĞI 2 CİLT HALİNDEKi 826 sayfalık 'Kültür Envanteri'ni İL MÜDÜRÜ
 İKEN BASKISINI GERÇEKLEŞTİRMENİN VE HALKIN HİZMETİNE SUNMANIN
 MUTLULUĞUNU YAŞIYORUM.  
GİRİŞ,Kalkolitik Çağ'dan başlayıp günümüze kadar kesintisiz olarak süregelen bir yerleşime sahip olan Denizli, jeopolitik olarak oldukça önemli bir konuma sahiptir. Ege kıyılarını İç Anadolu ve Suriye'ye bağlayan yollar üzerinde bulunması nedeniyle çok çeşitli devletlerin istilasına uğramıştır. Oldukça verimli topraklara sahip olan Denizli ilinin tarihi Anadolu tarihi kadar köklü ve renklidir. En eski yerleşim izleri Kalkolitik Çağ'a aittir (İ.Ö.4000-3000). Bunu Tunç Çağları (İ.Ö.30002000) izlemektedir. Bu çağlara ait yerleşim alanları arasında kazısı yapılan Çivril İlçesi yakınlarındaki Beycesultan Höyüğü'dür. Ayrıca Çivril, Baklan, Acıpayam ve Tavas ovalarında da bu dönem kültürlerini yansıtan birçok höyük bulunmaktadır. Hititlerin Anadolu'da ilk merkezi yönetimi kurması ile Denizli yöresi Hititlerin hâkimiyetine geçmiştir (İ.Ö.20001200). Hititlerden sonra Frigler (İ.Ö.750-700), Lidyalılar (İ.Ö.700-500), Persler (İ.Ö.500-300), Hellenistik Dönem (İ.Ö.330-30), Roma Dönemi (İ.Ö.27-İ.S.395), Bizans (İ.S.395-1200), Selçuklular (İ.S.1200-1400) ve Osmanlılar (İ.S.1299-1923) yöreye hakim olmuşlardır. Hititlerin çöküşünden sonra, antik kaynaklara göre bölgede Büyük menderes'in çıkış kaynakları çevresinde Frigler, Büyük Menderes ve Çürüksu Çayı'nın güneyinde Karyalılar, Büyük Menderes'in kuzeyinde ise Lidyalılar yaşıyordu. İ.Ö.600 yıllarında Friglerin, göçebe savaşçılar Kimmerler ve İskitlere yenilmeleri ile yöre bu kabilelerin saldırı ve yağmasına sahne olmuştur. Ancak bu ortamdan yararlanarak kendilerini çabuk toparlayan Lidyalılar yöreye hakim olmuşlardır. İ.Ö.546'larda Lidya Kralı Kroisos'un Perslere yenilmesi ile Denizli'ye Persler egemen olmuşlardır. Bölge, iç işlerinde serbest, dış işlerinde Pers Satraplarına bağlı Tiranlarca yönetilmiştir. İskender'in Persleri mağlup ederek bütün Anadolu'ya egemen olması ile Hellenistik 

Devir başlamıştır (İ.Ö.333). Birçok metropol kentin kurulduğu bu dönemde, İskender'in ölümünden sonra krallıklar arasında savaşlar başlamıştır. Bu çatışmalar Apameia Barışı ile son bulmuş ve Denizli'ye Seleukoslar ile Bergama Krallığı hakim olmuşlardır. İ.Ö.133 yıllarında Batı Anadolu Romalıların egemenliğine geçmiş, daha sonra İ.S.395'te imparatorluğun ikiye ayrılmasıyla Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu sınırları içinde kalmıştır. Birçok yazılı kaynakta Frig ve Hellenistik Dönem'e ait büyük kentlerin varlığından bahsedilmekle beraber, günümüze gelebilen yerleşimlerin çoğu Roma ve Bizans dönemlerine aittir. Türkler, Denizli havalisinde ilk defa 1070 yılından sonra görülmüşlerdir. Uzun süre Türklerle Bizansların çatışmalarına sahne olan bölge 13.yy. başlarında Türklerin bölgeye kesin hakimiyetleri ile son bulmuş ve bu tarihten itibaren ilk Türk yerleşimleri oluşmaya başlamıştır. Bölgedeki ilk Türk yerleşimi, şehir suyunun bol olduğu bugünkü Kaleiçi ve çevresinde olmuştur. Denizli adına tarihi kaynaklarda değişik isimlere rastlanılmaktadır. Selçuklu kaynaklarında ve Denizli mahkemesi şeriye sicillerinde Ladil adı görülmektedir. İbni Batuta Seyahatnamesi'nde, Tonguzlu demektedir. Timurleng'in Zafername'sini yazan Şerafettin Yezdi, Tonguzlu ve Tengüzlü diye iki isimden bahsetmektedir. Tengiz kelimesi eski Türkçe'de “deniz” anlamına gelmekte olup, Tengüzlü ise bugünkü imlasıyla Denizli şeklini almıştır. Katip Çelebi suların çokluğu ve gürlüğü nedeniyle Denizli için ''Kesret Ül Ensar” deyimini kullanmıştır. 13.yy.da, Denizli ve havalisi yeni göçlerle yoğun bir Türk bölgesi haline gelmiştir. 1257 yılından itibaren İlhanlıların, 1261'de Germiyanoğulları'nın egemenliğine giren bölge, Germiyanoğulları'nın Tripolis'i zaptetmesi ile tamamen Türkleşmiştir. 1391 yılında Yıldırım Beyazıt tarafından bölge Osmanlı Devleti'ne katılmıştır.









Denizli Müzeler Günü Video