25 Ağustos 2020 Salı

Denizli Adı ve Tarihçesi:

  Denizli Adı ve Tarihçesi:  

Denizli, Eskihisar Köyü ve civarında Abdullah oğlu Kara sungur önderliğinde kurulmuştur. Türkler Denizli havalisini zaptettikten sonra şehir merkezini suyu bol olduğu için bugünkü Kaleiçi mevkiine nakletmişlerdir.


Denizli adı, tarihi kaynaklarda başka başka isimler şeklindedir. Selçuklu kayıtları ve Denizli mahkemesi şer’iye sicilleri “Ladik” ismini vermektedir. ıbni Batuta’nın seyahatnamesinde “Tonguzlu” denilmektedir. Mesaliküllebsar’da da “Tonguzlu” olarak kaydedilmiştir.
Timurlenk’in zafernamesini yazan, şerafettin Zeydi “Tenguzluğ” ve “Tonguzluğ” gibi iki isimden bahsetmektedir.
şehir, türklerin (selçukluların) eline geçtiğinde ilk başlarda ladik-lazik adı vermişler daha sonra bu ismin yanında “toğuzlu”, “tonuzlu” ve“tonguzlu” adları kullanılmış. birçok eski kayıta baktığımızda; ünlü seyyah ibn-i batuta 1333 yılında ziyaret ettiği ladik şehrine aynı zamanda “donguzlu” dendiğini söylemektedir.
“Tengiz” kelimesi eski Türkçe’de “deniz” demektir. “Tengüzlü” ise bugünkü imlâsıyla “Denizli” demektir.
Tonuzlu” veya “Tunuzlu” isminin “Denizli” sekline dönüşmesi XVI. Yüzyılın ikinci yarısına rastlar. 1510 tarihli bir Osmanlı kaydında “Dinuzlu” kullanımına rastlamaktayız. Bu dönemde kente uğrayan gezginler eserlerinde “Denyzely”, “Denizley”, “Denisli”, “Degnisli”, “Denizli” adlarını kullandılar.
"Denizli” adı 1675 yıllarından sonra yaygın olarak kullanıldı. En nihayetinde 1700 yıllarından sonra bu kullanım kesin şekliyle yerleşti ve bölgeyi günümüze kadar ifade eden isim hüviyetini kazandı.
Netice olarak yukarıda ifade ettiğimiz açıklamalarda belirtildiği gibi, kesin bir ad veremiyoruz. Kanaatimizce “Tonguzlu” ve “Tenguzlu” kelimeleri zamanla ağızdan ağıza değişerek “Denizli” şekline gelmiştir.
Turizm açısından önemli bir güzergâhta yer alan ilimiz; “Aphrodisias” antik kentine komşu olup sınırları içinde Colossae, Tripolis, Hierapolis, Laodikya gibi antik şehirleri, beyaz ve kırmızı renkte travertenleri, termal tesisleri ile önemli bir uygarlık beşiğidir. “Kutsal Hac Yolu” olarak bilinen ızmir-Efes yolunun sonunda bulunması; ızmir’i Mezopotamya’ya bağlayan, Anadolu’yu kuzey ve güneyden ayıran fetih ve kervan yollarının üzerinde bulunması, Denizli’ye ayrı bir önem kazandırmaktadır.
Anadolu Yarımadası’nın güneybatısında, Ege Bölgesi’nin güneydoğusunda, Ege, ıç Anadolu ve Akdeniz Bölgeleri arasında bir geçit teşkil etmektedir. Turizm açısından önemli bir güzergâhta yer alan ilimiz; Hitit, Frig, Lid, ıon, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı gibi medeniyetleri sinesinde yaşatmıştır. Hierapolis, Laodikya, Tripolis, Herakleia, Attuda ve Colossae gibi 30’a yakın antik şehir, 20’den fazla höyük tümülüsleri ve 1000 e yakın tescilli kültür varlıkları ile önemli bir uygarlık beşiğidir. Bunlardan başka Selçuklu ve Osmanlı devirlerinden kalma çok sayıda tarihî değerleri ile kültür turizmine hizmet etmektedir.

       İlk Fetihler :     Denizli ve havalisinde Türkler ilk defa 1070 yılında görüldüler. Afşin Bey bütün Anadolu’yu kat ettikten sonra Laodikya ve Honaz’ı zaptetmiştir. 1071 yılından sonra Denizli ve çevresi Kutalmışoğlu Süleyman Bey’in mahiyetindeki beyler tarafından fethedilmiştir.1097 yılında Bizans ımparatoru Alexis Komnenos, Juannıs Dukas’ı Batı Anadolu’nun fethi için görevlendirdikten sonra bu yöre ve bu yörede yer alan Denizli Bizanslıların eline geçmiştir.

        Bizanslıların elinde kısa bir süre kalan bu güzel beldemiz, 1102 yılında yeniden Kılınç Arslan tarafından zapt edilmiştir.  1119 yılında Bizanslılar, büyük bir ordu ile Denizli ve havalisine saldırmışlar, az sayıda kuvvete sahip olan Alp Kara bu yöreyi terk etmek zorunda kalmıştır. Ertesi yıl tekrar gelen Bizanslılar Uluborlu yakınlarına kadar olan toprakları ele geçirmişlerdir.

        1147 yılında III. Haçlı Ordusu, Fransız Kralı VII. Louis’in komutasında, Ege Bölgesi’nden güneye doğru hareket ederek, Denizli ve civarını işgal etmiştir. Antalya istikametinden hareket eden haçlı ordusunun öncü birlikleri, Acıpayam Ovası’nı geçtikten sonra, ordusunun ağırlıkları ve artçı birlikleri aynı yolu takip ederek, Kazıkbeli’nden geçmek için hareket etmişlerdir. Fakat orada yapılan çetin gerilla savaşlarında haçlı ordusu çok büyük kayıplar vermiştir.

       1176 yılında Bizans ımparatoru Manuel Komnenos, Selçuklu topraklarına yeni bir sefer düzenleyerek Laodikya ve civarını yağma etmiş ve ıstanbul’a dönmüştür. Ertesi yıl Türkler Laodikya’ya gelerek şehri tekrar zaptetmiştir.

        Manuel Komnenos 1177 yılında büyük bir ordu ile Laodikya ve Honaz civarını geri almışsa da, Selçuklularla yaptığı savaşta yenilmiştir. II. Kılınç Arslan bundan sonra sınırlarını genişleterek, Bizans topraklarına akınlar düzenlemiştir. 

        1190 yılında III. Haçlı Ordusu Laodikya’ ya gelmiştir. Haçlı ordusu komutanı Frederik Barbaros, Bizanslılar tarafından sevinçle karşılanmıştır. Burada yerleşmiş olan Türk boyları, çadırlarını bırakarak dağlara çekilmişler ve sık sık haçlı ordusuna saldırmışlardır.

        Denizli ve havalisi, takriben XIII. asrın ilk yıllarında Gıyasettin Keyhüsrev tarafından 4. defa fethedilmiştir. Diğer bir rivayete göre, Laodikyalılar tarafından bir Türk kervanının soyulması üzerine, Selçuklu beylerinden Mehmet ve Server beylerin komutasında bir Selçuklu ordusu, Laodikya ordusunu yenmiş ve haraç olarak bu bölgeyi antlaşma ile almıştır.

        Diğer bir rivayet şudur: XII. yy. sonlarında Bizanslıların, Burdur’a kadar ilerlemeleri üzerine Konya Sultanı, Osman ve Hüsamettin Beyleri bu bölgeye göndermiştir. Osman Bey Acıpayam Ovasını, Hüsamettin Bey de Çal taraflarını zaptetmiştir.

        Denizli ve havalisinin Selçuklulara bağlı bir beylik halinde teşekkülü, 1207 yılında Selçuklu hükümdarı Gıyasettin Keyhüsrev zamanında olmuştur.

        1209 yılında İznik’i başkent yapan Theodor Laskaris ile Selçukluların arası açılmıştır. Gıyasettin Keyhüsrev, Laskaris’e Alexios’us tahtına iadesini isteyince, ıznik Devleti ile Selçuklular, Denizli’nin batısında Alaşehir ile Antiokhia arasında savaşa tutuştular. ılk karşılaşmada savaşı kazanan Türkler yağmaya dalınca, hücuma geçen Rum askerleri Gıyasettin Keyhüsrev’i şehit ettiler. Böylece savaşın sonunda galip gelen Bizanslılar, Batı Anadolu’ya bir süre daha sahip oldular. Selçuklularla Bizanslılar arasında Denizli ve yöresi sınır olarak kaldı. Bugünkü Denizli şehri bu sıralarda kurulmaya başlamıştır. ılk olarak Denizli kalesi Abdullah oğlu Kara sungur tarafından yaptırılmıştır. Ayrıca bu devrede bir çok cami, han ve çeşme de inşa edilmiştir.

        13. yy. başlarında Denizli ve havalisi, yeni göçlerle ‘Uç bölgesi’ olarak önceden gelenlerle birlikte yoğun bir Türk topluluğu meydana getirmişlerdir. Buradakiler Rum diyarını fetheden Türkmenlerdir. Bu sırada Toğurlu-Toğuzludağı eteklerinde 200 bin Müslüman çadırı bulunduğu söylenir. Bu Türkmenler uç bölgesinde kona göçe yaşarlar ve batı sınırlarını muhafaza ederlerdi.

        1257 yılında Denizli’ye gelen Bizans garnizonu, şehirdeki Türklerin çoğunluğu karşısında uzun süre kalamadı. Böylece 1259 yılında Denizli tekrar Türkmenlerin eline geçmiş oldu.

         Bu tarihlerde Denizli etrafında kümelenen Türkmenler, Hülagu Han’a müracaat ederek bu bölge için kumandan istediler. Bu konuda ılhanlı Hükümdarı Hülagu bir de ferman çıkararak Kulşar isimli bir zatı bu bölgeye göndermiştir. Bölgenin merkezi “Asi Karaağaç” diye bilinen Acıpayam yöresidir. Bu Türkmenlerin manevi lideri “Yatağanbaba”nın olması muhtemeldir.

        1261 yılında bu yöredeki Türkmenler, Selçuklulara baş kaldırmış, Selçuklu Sultanı Rüknettin ile Moğollar anlaşarak, Türkmenleri mağlûp etmişlerdir. Konya’daki “Cimri isyanının” bastırılmasından sonra, II. Gıyasettin Keyhüsrev, kendisine yardım etmeyen Karaağaç bölgesi komutanı Ali Bey’i öldürtmüştür. Bu olaydan sonra Denizli, Germiyanoğulları’nın eline geçer. 1306 da Tripolis'in (Buldan Yenicekent) alınması ile Denizli'nin Türkleşmesi tamamlanmıştır.

        1391 yılında Yıldırım Beyazıt, Denizli topraklarını Osmanlı Devletine katmıştır.1402 yılında Timur, Ankara Savaşını kazandıktan sonra Denizli’ye gelmiş, burada bir süre kaldıktan sonra İzmir yöresini fethe gitmiş, 1403 yılının ilk aylarında tekrar Denizli’ye dönerek çadır kurmuştur. Timur bu bölgeyi Germiyanlılara bırakarak ayrılmıştır. Bölge 1411’de bir ara Karaman oğullarının eline geçmişse de, 1429 yılında tekrar Osmanlılara bağlanmıştır.

Ünlü gezgin Evliya Çelebi, Denizli’ye uğramış ve 300 yıl öncesinin Denizli’sini şöyle dile getirmiştir.

“Şehrin çevresinde pek çok akarsular ve göller bulunduğu için bu isim verilmiştir. Yoksa denizden dört merhale uzaktadır. Kalesi düz yerde dörtgen şeklindedir. Hendeği yoktur, çevresi 470 adımdır, dört kapısı vardır. Kuzeyinde boyacılar, doğusunda semerciler, güneyinde Yeni Camii, batısında bağlar kapısı bulunur. Kalede elli kadar silahlı bekçi vardır ki dükkânları bekler. Asıl şehir kalenin dışında, 44 mahalle ve 3600 evden ibarettir. Büyüklü-küçüklü 57 camii ve mahalle mescidi, 7 çocuk mektebi, 6 hamamı, 17 tekkesi vardır.Herkes bağlarda oturduğundan ehil ve ayalları birbirinden kaçmaz. Birbirleriyle akraba gibi olmuşlardır. Halkı beyaz ve mavi feraceler giyer. Pamuğu, pamuk ipliği, beyaz ince sade bezli olup, Anadolu’ya sevk edilir. Halkın kazancı beyaz Denizli bezidir.

        Kurtuluş Savaşında Denizli

        15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’i işgal edince, Denizli’de Müftü Ahmet Hulûsi Efendi’nin önderliğiyle Denizli Reddi İlhak Cemiyeti kurulmuştur. Bu suretle Denizli Kuvay-i Milliye’si kısmen teşekkül etmiştir. İlk günlerdeki vatanseverler arasında Müftü Ahmet Hulûsi Efendi, Mutasarruf Faik Öztrak, askerlik şubesi Albay Tevfik, 57. topçu alay komutanı Hakkı Bey, Polis Komiseri Hakkı Bey bulunuyordu. Bu kişiler Müdafai Hukuk Cemiyetini kurmuşlardır. İlk Menderes cephesinin karargâhı Sarayköy’ün Dailli (Yakayurt) köyünde kurulmuştur. Bu cepheye Yörük Ali Efe, Yüzbaşı Ahmet de katılarak cepheyi kuvvetlendirmişlerdir. Daha sonra Demirci Ahmet Efe ve Binbaşı Şükrü Bey de katılarak birlikte cepheyi sevk ve idare etmişlerdir. Cephenin iaşesi ve muhafız teşkilatı Denizli’de bulunuyordu.  31 Temmuz 1919’da Nazilli Yunanlılar tarafından işgal edilince cephe Sarayköy ve Menderes’in güneyine çekilmiştir.

12 Temmuz 1919’da Denizli Müdafai Hukuk ve Reddi ılhak Cemiyetleri lağvedilerek Heyet-i Milliye kurulmuştur. Cemiyetin başında Mutasarrıf Faik Beyle Müftü Hulûsi Efendi vardır. Heyet ilk toplantısını 18 Temmuz 1919’da yapmış ve bir beyanname yayınlayarak 1300’den 1310 Hicri doğumlulara kadar olanları silah altına çağırmışlardır.

4 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi’ne seçilen temsilciler şunlardı:

Belevili Yusuf Bey, kongrede bulunan diğer temsilciler ise Necip Ali Bey ve Dalamanlızade Mehmet şükrü Bey idi. Kongrede temsilci olarak Mutasarrıf Müfit Bey seçildi. Bundan sonra yazışmalar Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyetiyle yapılmıştır.

24 Haziran 1920’de Aydın Cephesi bozulunca Yunanlılar Buldan’ı işgal etmiştir.

4 Eylül 1922 gecesi düşman, Buldan ve havalisinden Alaşehir istikametine kaçarak gitmiştir.

Denizli’nin Millî Mücadelede gösterdiği kahramanlığın, Cumhuriyetimizin kurulmasında büyük bir hissesi bulunmaktadır. Denizlililer ulu önderimizin yüce eserini korumak hususunda hiçbir fedakârlıktan çekinmeyerek ve Büyük Ata’mızın çizdiği esaslar dahilinde şaşmadan, büyük bir ciddiyet ve feragat ile çalışarak eserlerine lâyık ve sadık Türk evlâtları olduklarını ispat etmişlerdir. 



14 Haziran 2020 Pazar

Cevherpaşa Camii Restoresi 2006 da restore edildi

Çetin bir mücadeleyle restore edilen Cevher Paşa Cami :










Denizli-Muğla karayolu güzergahındaki Tabae Ören Yeri içindeki Cevher Paşa Camii İzmir KTVKKurulu’nun 09.07.1997 tarih ve 6925 sayılı kararıyla tescil edilerek, korumaya alındı. kullanım dışı bırakılması nedeniyle yıkılmaya yüz tutan Caminin röleve ve restorasyon projeleri İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRÜ M.KORKMAZ’IN İL MÜDÜRLÜĞÜ DÖNEMİNDE Valiliğin, Kale Belediyesi ve Mimarlar Odasının desteği ile hazırlanarak 2006 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğünce restoresi tamamlanarak ibadete açılmıştır. Harim kapısının üzerindeki yazı bandında Hicri 1235 (miladi 1819-1820)tarihi okunmaktadır. Osmanlı döneminde 19 yy. batılılaşma sürecinde yapılan ahşap destekli kalem işi süslemeli camilerdendir.@ismailyarımca 

13 Haziran 2020 Cumartesi

Denizli Geleneksel Meslekler ve Yöresel El Sanatları

Geleneksel Meslekler ve Yöresel El Sanatları

İlin Tavas, Acıpayam, Çameli, Güney ve Çal ilçelerinin kırsal alandaki yerleşme ünitelerinde el sanatları çalışmaları yapılmaktadır. Özellikle ev hanımları ve genç kızların çeşitli renkte ince ipliklerle; tığ, iğne, mekik gibi araçlar kullanarak yaptıkları “oyalar” sürdürülmekte bu zarif ve geleneksel el işleri günden güne rağbet görmektedir. Böylece bilim ve tekniğin zamanımızdaki ileri adımların durdurmakta olduğu el sanatlarımızı kurtarma çabaları hızla sürdürülmektedir.
Geleneksel Denizli El Sanatları; dokumacılık, hasırcılık, dericilik, testi ve bardak yapımcılığı, urgancılık, bakırcılık, demircilik, tarakçılık, semercilik-saraçlık, tel kırma gümüş işleri, iğne işleri, ağaç işleri olarak sıralanabilir.

dokuma_098.jpg
Dokumacılık

Denizli’de dokumacılığın kökeni, Antik dönemlere dayanır. Bu temel uğraş, Çürüksu ve Büyük Menderes vadilerinin, Türkler tarafından iskân edilmesinden sonra da gelişerek devam etmiştir. Dokumacılığı, genellikle kadınlar yapmaktaydı. Çürüksu ovasında yetiştirilen kaliteli pamuklar, iplik haline getirilir; ceviz yaprağı, soğan kabuğu, palamut, sumak, mazı, birçok ot ve köklerden elde edilen boyalarla renklendirilmekte, yörede beslenen uzun ve ince tüylü bir koyun cinsinden elde edilen yünlerden de zarif yünlü kumaşlar dokunurdu. Her iki türdeki iplik elyafının iyi nitelikli oluşu ve kuvvetlice eğrilmesi, kumaşın kaliteli ve uzun süre dayanmasını sağlıyord

 

Bu kumaşlar yapıldıkları kentin adı ile anılır, yurtiçi ve yurtdışı pazarlara da ihraç edilirdi. İbni Batuta’ya göre burada eşi benzeri olmayan altın işlemeli pamuklu elbiseler dokunurdu. Osman Gazi’nin kişisel eşyaları arasından, Denizli tülbentleri, saray kadınları için iç çamaşırlık ince beyaz bezler, bayraklık kırmızı kumaşlar, şalvar çıkmıştır. İshak Fakih, XIV. yy.ın ikinci yarısında Osmanlı Sultanı l. Murat’a ve Germiyanoğlu Süleyman Şah’ın kızının Yıldırım Beyazıt ile evlenmesi nedeniyle, Denizli’den alemli ak bezler alındığını söylemektedir. XVII. yy.da Denizli’yi ziyaret eden Evliya Çelebi’de, Akdağ’ın beyaz pamuk bezinin, Acem ve Musul bezinden daha ince olduğunu yazmaktadır. Bu ifadesine göre, kumaşların o dönemde dünyada üretilen kumaşlarla yarışacak düzeyde olduğu anlaşılıyor.XlX. yy.ın başlarına değin Denizli’de dokumacılık gerçek bir sanat niteliği taşımaktaydı. Bu dönemde bölgedeki bez gereksinimini, tamamıyla yöredeki üreticiler karşılıyordu.

    dokuma_1.jpg

Osmanlı İmparatorluğu’nun açık pazar durumuna gelmesinden önce Denizli’de yetiştirilen pamuk, geleneksel yöntemlerle işlenirdi. Dokuma için gerekli iplik bu yolla sağlanırdı. Daha sonra çoğu İngiliz kaynaklı iplik ve pamuklu dokumaların ithali, pamuk üretimini ve el dokumacılığını olumsuz etkiledi. Yerli kumaşlar ithal malların rekabeti ile karşı karşıya kaldılar. Denizli’ye ilk yabancı dokuma 1872’de girdi. Japon ürünlerinin yerli ürünle rekabeti 1920 lerin sonlarına değin sürdü.

1914’ten önce Denizli dokumaları renk ve desenleriyle üstün nitelikte ürünlerdi. Her bölgenin ünlü dokumaları olduğu gibi, kimi ustaların kendi adlarıyla bilinen ürünleri de bulunuyordu. 1. Dünya Savaşı’nda askere giden ustaların yerleri boş kalmış, dokumacılık yer yer durgunlaşmıştır. Yumağını bitirmeden askere giden ustaların yumakları, yıllarca asılı kalmış, bu işi devam ettirecek usta bulunamamış ve kimi yerlerde dokumacılığı kadınlar sürdürmüştür. Savaş sonunda sağ kalabilen ustalar geri dönerek bu sanatı canlandırmışlarsa da eski niteliğine ulaşamamıştır.


dokuma_3.jpg
El dokumacılığı bu dönemde yaygın biçimde evlerde ve atölyelerde yapılmaktaydı. 1927’de dokuma tezgâhı olmayan ev yok gibiydi, ayrıca 423 dokuma atölyesi vardı.Denizli merkezi dışında, Buldan, Sarayköy, Babadağ, Tavas, Kızılcabölük ve Kale’de köklü, gelişmiş bir dokumacılık bulunmaktadır. Özellikle Babadağ, Kadıköy dokumalarıyla, Buldan ise beziyle Anadolu’da ün salmıştır. Dokumacılığın büyük çoğunluğunu yatak çarşafları ve alacalar oluşturur. Basmacılık ve kuşakçılık en gelişmiş tekstil dallarından biriydi. Ayrıca kimi köylerde yünden “Kılçar” denilen şalvarlık dokunurdu.Serinhisar’da yünden menevrek, kılçar, çakşırlık, kara kuzu yönünden şalvarlıklar dokunurdu. Bekilli ve Çal’ın Ortaköy köyünde ak bez ve alaca bezler imal edilmiştir. Bürgü, bohça, perde, yastık kılıfı işlemeleri Buldan ve diğer bazı köylerde üretilmiştir. Güney ilçesi Eziler ile Çal’ın Süller kasabasında halı ve kilim dokumacılığı gelişmiştir. Halı, kilim, heybe, torba, çul, çuval, seccade gibi kaba dokuma sanayi ürünlerinin tarihi de çok eskilere dayanmaktadır. Halıcılık, Yatağan, Bozkurt, Çal ve ilçelerinde gelişmiş bir sanattır. Süller kasabası da kilimleri ile ünlüdür.Acıpayam’ın Yeşilyuva kasabasında 1960’dan önceki yıllarda yolluk, kilim, heybe ve torba dokuyan basit tezgahlar bulunmaktadır. Bu ilkel tezgâhlarla kasabanın ihtiyacı karşılanırdı. Bu dokumalardaki ipler evlerde eğrilir ve boyanırdı. Bugün kasaba yün ip boyama ustaları vardır ve eski yöntemle ipleri boyamaktadırlar. Kadınlar da kilim ve yolluk dokumaktadırlar.


Dericilik

Denizli yöresinde dericilik sanatı da dokumacılık kadar eskidir. Bu uğraş Türkmen Boyları’nın, Denizli yöresine yerleşmelerinden sonra daha da değer kazanmıştır. 1071’de Türklerin Honaz kalesini ele geçirmeleri ile burada ilk yöresel Türk dericilik faaliyetinin temeli atılmıştı. Her ne kadar Denizli dericiliğinin kuruluşu Ahi Evran ile başlatılmakta ise de, Ahi Evran Denizli’ye geldiğinde yörede gelişmiş bir deri sanatı bulunmaktaydı. Ahi Evran’a bağlı şeyhlerden Ahi Kaysar, orta çağda dericiliği Acıpayam’a bağlı Yeşilyuva’da tesis etmişti. T.Toker, debbahlığın piri olarak bilinen Ahi Evran’ın kendi adıyla kurduğu teşkilatın 32 iş koluna ayrıldığını yazar.

    dericilik_54.jpg

Dericilik genellikle bol akarsu olan yerlerde yapılırdı. Bunlar arasında il merkezi, Honaz, Yeşilyuva ve Buldan ilçesine bağlı Narlıdere köyü, tabakçılık ve çizme yapımında gelişmişti. Osmanlı döneminde de önemini koruyan bu sanat, ayakkabıcılık, çizme, cilt, silah aksesuarı ve saraçlık olarak gelişmişti. Hayvan koşumları ve eğerleri, deri ve köseleden üretilmekteydi. Elvan deri olarak nitelendirilen deri örnekleri arasında siyah, kırmızı ve sarı renkler ünlüydü. Yakın bir zamana kadar bu renk derilerden kadınlara, genç kız ve gelinlere Hitit tipinde burnu kalkık, pullu ve işlemeli zarif terlikler yapılırdı.

Yeşilyuva geçmişte olduğu gibi günümüzde de önemli bir dericilik merkezidir. XlX. Yüzyılda kasabanın alt eteklerine değin akan ve kentin ortasından geçen Cilhan ve Macar dereleri boyunca, yüzlerce tabakhane kurulmuştur. Bu tabakhanelerde işlenmiş olan, kösele, sahtiyan ve meşin gibi deri ürünler Konya, Antalya, Girit, Rodos, Muğla ve İzmir’e gönderilmekteydi. Günümüzde de yöre insanı geçimini çoğunlukla ayakkabıcılıktan sağlar ve hemen her evin küçük bir ayakkabı imalathanesi bulunur. Daha önceleri elle dikilen ayakkabılar günümüzde teknolojik gelişmeyle birlikte yerini makinelere bırakmıştır. Geçmişte bir ayakkabının her aşamasını kendileri yapan ustalar bugün sadece belirli bir parçasını yapmaktadırlar. Böylece ayakkabıların belirli bölümleri üzerinde ustalaşma olmaktadır. Bu durum daha seri ve istenilen niteliğe yol açmıştır. Bu aşamalar saya kesimi, saya traşçılığı ve saya dikimidir. Yeşilyuva, günümüzde Türkiye’nin kösele ihtiyacının % 80’nini karşılamaktadır. Ayakkabıcılık, ayakkabı kesme, taban yapıştırması, freze, fora, boyama ayrı ayrı işler haline gelmiştir. Bu mesleğe bağlı olarak semercilik, saraçlık meslekleri de yaygındır.

 

Testi ,Bardak. Seramik Yapımcılığı ve Boyaması

Testi, toprak bardak, küp, saksı Serinhisar, Çivril, Tavas ve Sarayköy ilçesinde çok eski yıllardan beri devam eden bir sanat dalıdır. Yörenin kırmızı toprağı, bardak yapımcılığına uygun olduğu için, bu sanat dalı ilçede gelişme göstermiştir. Testi ve bardak yapımcılığı çok uzun ve zahmetli bir iş olduğundan, yeni yetişenler bu mesleğe ilgi göstermemektedir.

testi_bardak_seramik_boyaa_5774.jpg

Urgancılık

Serinhisar ilçesinde urgancılık ata mesleklerinden biri olup, varlığını günümüzde de sürdürmektedir. Bu işi genellikle kadınlar yapmaktadır. Erkeklerde üretilen urganların pazarlama işiyle uğraşmaktadırlar.

urgancilik_6.jpg

Bakırcılık

Bakır işlemeciliği geleneksel el sanatlarımızdan olup, Denizli merkezindeki Kaleiçi'nde yüzyıllardan beri varlığını sürdürmektedir. Burada birçok sofra takımı, çanaklar, iliştirler, kaşık, kepçe, kevgir, sini, leğen, yemek tencereleri, kazanlar, ibrik vb. mutfak eşyaları imal edilmektedir. Günümüzde bu sanatı sürdürenlerin sayısı oldukça azdır. Bakırdan yapılan mutfak malzemelerinin yerine çelik, alüminyum, porselen, çinko ve plastik gibi maddelerden yapılan daha ucuz ve kullanışlı kap kacaklar almıştır. Günümüzde bu sanatı devam ettiren ustalar çoğunluğu turist olan bakırdan yapılan süs eşyacılığına yönelmişlerdir.

    bakircilik_556.jpg

Bıçakçılık

Serinhisar ilçesinin Yatağan kasabasında, Yatağan Baba’nın yadigârı olan demircilik sanatı köyün kurulduğu tarihten beri devam etmektedir. Buna bağlı olarak bıçakçılık sanatı gelişmiş olup, bıçak, çakı, tahra, balta, makas, kırklık, saban demiri ve pala gibi iş aletleri günümüzde de yapılmaktadır. Ülkenin her yerine gönderilerek, Yatağan insanının maden sanatındaki yaratıcılığı ve tarihten beri süregelen ata sanatı tanıtılmaktadır. Yatağan adıyla özdeşleşen palalar, literatüre “Yatağan” olarak girmiştir. XIII. Yüzyılın başlarında Osman Gazi’nin askerleri de, kendi sanatkârları tarafından imal edilerek, erleri tarafından kılıç yerine kullanılmış, Türkiye’nin her yerinde Yatağan palası adını taşımaktadır.

Yatağan Bıçakları:Yatağan'da yüzyıllara dayanan demircilik sanatı halen devam ettiği şekliyle az çok eskiyi andırmaktadır. Neticede demircilik mesleği günümüzde de tamamen değişmemiş, ileri düzeyde makineleşmeyle birlikte gelişmiştir. Bıçak yapımına geçmeden önce, Yatağan'da geleneksel metotlara göre üretilen bıçak malzemelerini sıralamak istiyoruz. Bunlar; demir, meşin körük ocağı, çekiçler, örs, mengene, keser, kıskaç, sunturaç, kalıp, keçe, zımpara taşı, bileği taşı, çark, aşkı takımı, kömür, zeytinyağı, kemik, tel, delgi, keski, törpü, eğe, mühür, kazzağı, tığ, saplık usturası, saplık demirinden meydana geldiği görülür (Çaycı ve Aytin 2006).
Bıçak yapımında şöyle bir sıralama izlenir: Önce körük yakılarak işe başlanır. Ham demir kızdırılarak çekiçlerle örs üzerinde kabaca bıçak şekli verilir. Bıçak sayısı kadar saplık alınır ve bu körükte ısıtılarak yumuşatılır. Saplık usturası ile düzeltilir. Verilecek şekle göre saplık demiri arasına konarak şekillendirilir. Böylece bıçak namluları soğurken bıçakların sapları da kabaca hazırlanmış olur. Hazırlanan saplar kururken şekillendirilen ve inceltilen bıçak taslakları yere alınır ve başka bir örsün üzerinde çekiçle son defa şekil verilir. Sonra sap delikleri delinir, sırt ve ağızları eğe ile düzeltilir, mühür basılır. Soğuyan saplara törpü ile şekil verilir. Demirin kulpunun gireceği ağızlar açılır ve düzgün biçim alan bu bıçaklara su verilir. Bu işlem için su ve zeytinyağı kullanılır. Daha sonra bıçaklar kösele taşı ile çarkta parlatılır (Çaycı ve Aytin 2006).
1950'li yıllardan sonra ise yassı çeliğin üretilmesiyle birlikte bıçak yapım metotları da değişmiştir. Yassı halde hazır olarak gelen bu demirler önce şerit kesme makinesiyle şeritler halinde kesilir, bu çubuklar körükte kızdırılarak çift çekiçle karşılıklı olarak hem şekillendirilir hem de sertleştirilir. Bu parça üç defa ısıtılıp dövülür. Sonra sap ölçüsü ile beraber bu şekil kesilir. Sap işleminde ise iki defa daha ısıtılıp çift çekiçle son şekli verilir. Saptaki damga ve deliğin daha kolay yapılabilmesi için bıçak tekrar tavlanır, rengi değişmeden delik alt havşası üst yuvarlak damga ile delinir. Damgalar çelikten yapılır ve üzerinde ters yazılı kelimeler bulunur. Bu damga, çekiçle hızla vurulunca zaten sıcak olan bıçağın üzerine oyuk halde çıkar. Çeliğin kullanımda daha sağlam olması, iyi çalışması ve ilk keskinliğini koruması için 1-1.5 kg'lık çekiçlerle ısıtılmadan dövülür, buna da "kuru çekiç" işlemi adı verilir. Böylelikle darbeler demirin her tarafına temayüz eder molekülleri sıkışır ve demir daha mukavemetli olur. Daha sonra belirli tip ve modellere göre sapları yapılır su verme işlemine geçilir. Su verme işlemi yine göz kararı ile değişik metotlarla yapılır (Çaycı ve Aytin 2006).

 yatagan_bicakcilik_12.jpg

Yatağan Palası :Yatağan Palasının ismini Yatağan Kasabasından alıp almadığı tam bilinmese de araştırmacıların çoğuna göre ismini, bu Kasabadan aldığı yönünde yoğunlaşmaktadır. Günümüzde ileri düzeyde bıçak ve kesici aletlerin üretimi, yatağan adı verilen aletlerin ismini buradan aldığının delili olmalıdır. Ayrıca Yatağan Kasabası'nın ismi ve bu ismi veren Osman Bey'in lakabı burada üretilen kılıçlara verilmiş olabilir.Yatağan tabii ki sadece Yatağan Kasabası'nda üretilmemiştir (Çaycı ve Aytin 2006).

XVI. yy.’ın ortalarında yapımına başlanıp XIX. yy.’ın sonlarına kadar kullanılan bu kılıçların ismi üzerindeki başka bir görüşte; yeniçerilerin bellerine doladıkları, şal kuşaklar üzerine bağladıkları, meşinden yapılan silahlığın içerisine yatay bir şekilde yerleştirmelerinden dolayı bu ismin takılmış olduğudur. Bu silaha da zamanla yatay olarak durduğu için Yatağan adı verilmiştir. Ancak en güzellerinin Yatağan Kasabası'nda asırlarca üretildiği, büyük ustalık gerektiren bu Türk kılıcının da bu beldenin adını aldığı kabul edilir (Çaycı ve Aytin 2006).
Yatağan örneklerinin en eski örneği Dergiz Ali lakabıyla tanınan ustanın 978/1570 tarihli eseridir.Yatağan Kasabası'nda ise en eski demirci ustası olarak Mart 1703 tarihli bir belgede Demirci Hüseyin adlı bir usta görülmektedir (Çaycı ve Aytin 2006).
Yatağan'da XX.yy.'da dikkatimizi çeken en tanınmış usta Derviş Usta'dır. Onunla beraber Hüseyin Usta ismi de karşımıza çıkmaktadır. Yatağanlar, Ahmet Alemdar, Abdullah, Salih, Hüseyin Kalfa, Usta Ahmet, Bekir Beşe, Abdi, Genç Mustafa gibi yapımcı ustaların (şimşiryeran) sayesinde Avrupa'ya ve Balkanlar'a yayılmıştır (Çaycı ve Aytin 2006).
Yatağanların yapımının son aşamamsını kın imali oluşturmaktadır. Kın yatağanlardan bağımsız bir parça olması sebebiyle bazı nüanslar ortaya koymaktadır. Kınlar genel olarak ahşap malzemeden imal edilerek yüzeylerinin başka maddelerle kaplandığı görülmektedir. Kınların yüzeyleri deri, kadife, gümüş, baton veya çeşitli maddelerle kaplanırdı. Bazı kınlar komple gümüş olduğu örneklerde karşımıza çıkmaktadır. Bu madenlerin üzerine bitkisel, geometrik tarzdaki motiflerle bezendiği görülmektedir. Yatağanların kını üç parçadan oluşmaktadır: a) Kın Ağzı b)Bilezik c)Pabuç veya Çamurluktur (Çaycı ve Aytin 2006)

yatagan_bicakcilik_344.jpg

Yatağan Kılıç Baston imalatı

Kılıç baston, bastonların içinin oyularak küçük bir kılıç tipinde çeliğin yerleştirilmesiyle oluşturulmuş bir silahtır. Böylece bastonlar her ne kadar yekpare bir görünüm sergilemesine karşın iki parçadan meydana gelmektedir. Bunlardan ilki baston, ikincisi ise bastonu dıştan saran kın bölümüdür. Boyutları genelde standart olarak yapılmış olup 0.80 m. civarındadır. Bastonun eğri olan yani tutulacak sapı çekildiği taktirde 1,5-2 cm genişlikten başlayarak uca doğru incelen bir kılıç çıkar. Kesmekten ziyade bir şiş vazifesi gördüğü için şiş baston ismi de takılmıştır. Yapım süreci aynen yatağanlar da olduğu gibi dövülmek suretiyle çelikleştirilerek yapılmıştır. Yani külçe demir alınarak kızgın ateşte ısıtıldıktan sonra dövülerek şekil verilmiştir (Çaycı ve Aytin 2006
Bastonların bezemesi, sap ve kın kısımlarında yoğunlaşmıştır. Sap kısımları genellikle kuşbaşı veya ejderi anımsatan figürlerden meydana gelmektedir. Kınlarda ceviz ağacından oluşan bölümün üzerine kakma tekniğinden meydana gelen süsleme yer almıştır. Kınların süslenmesinde şöyle bir yol izlenmiştir: Önce gümüş yazının yazılacağı yer kazınır, eriyik haldeki gümüş haddeden geçirilerek ince tel haline gelene kadar uzatılırdı. Sonra soğuyan bu tel hazırlanan satha yerleştirilir ve düzenlenirdi. Şiş bastonları normal bastonlardan ayırabilmek imkansızdır. Bu nedenle savunma aracı olarak her zaman kullanılmışlardır (Çaycı ve Aytin 2006). 
Yatağan'da kılıç baston üretimi bir hayli gerilemiş durumdadır. Bu işi yapan Mümtaz Yatağan isimli usta Cumhuriyet Dönemi'nin tanınmış son ustasıdır. Adı geçen ustanın vefatıyla birlikte bu işi yapan usta kalmamıştır (Çaycı ve Aytin 2006).

yatagan_bicakcilik_35345.jpg

Hasırcılık

İlimizde görülen diğer dokuma türü, hasır dokumacılığıdır. Çardak-Beylerli, Buldan-Süleymanlı, Çivril-Gümüşsuyu yörelerimizdeki göllerden kesilen saz ve kamışlardan yere kurulan tezgahlarda hasır denilen “yazlık örtüsü” ve tavanlara “dam örtüsü”, denizde kullanılan hasır türleri dokunmaktadır.

hasircilik_67.jpg

Demircilik

Demir sanatı, ilimizde yüzyıllardan beri devam eden köklü bir sanattır. Eski Kaleiçi Çarşısında “Demirciler Çarşısı” olarak faaliyet gösteren bir bölüm bulunmaktadır.

demircilik_5.jpg

Semercilik-Saraçlık-Nalbantlık

Son yıllarda tarımda makineleşmenin artmasına bağlı olarak yük ve iş hayvanı (at ve eşek) kullanılmamaya başlanılmıştır. Dolayısıyla eskiden bunlara bağlı olarak yaygın olan semer yapımcılığı ve saraçlıkta oldukça azalmıştır.

 Semercilik Nalbantlık (3).jpg

Tel Kırma-Gümüş İşi

Oldukça ince ve planlı olan bu işlemin mihraplı, elmas, makaslı, sepeleme, muskalı, yıldızlı, yapraklı, tırtıl sarmalı gibi motif türleri vardır. İlimizde sadece Tavas’ta yapılan tel kırmaya rağbet çok olmaktadır. Çivril İlçemizin Beyköyü’nde küçük ev atölyelerinde gümüşçülük yapılmaktadır.

tek_kirma_gumus_isi_3434.jpg
İğne İşleri

Bütün yörelerimizde hanımlarımız tarafından yapılmasına rağmen Tavas yöremizde bir el sanatı ve ticari amaçla yapılan iğne oyaları çok yaygındır.

igne_isleri_455.jpg
Ağaç İşleri

Ağaç işi İlimizin ormanlık yörelerinde Çameli, Tavas, Baklan İlçelerinin köylerinde daha çok yapılmaktadır.

Pazarlama : Valilik Kültür ve Turizm Müdürlüğü olarak gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında yapılan Turizm ve Tanıtma Fuarlarındaki standlarda İlimiz el sanatlarının tanıtımı da yapılmaktadır. Ayrıca, Buldan, Babadağ, Kızılcabölük’te tekstille ilgili, Yatağan’da bıçakçılıkla ilgili geleneksel hale gelmiş festivaller de ürünlerinin tanıtımına önemli katkılar sağlamaktadır. Bunun yanı sıra yerli ve yabancı basın mensupları ilin tanıtım çekimini yaparlarken el sanatlarının da geniş biçimde yer alması sağlandığından pazarlama hususunda herhangi bir problem bulunmamaktadır. Özellikle yerli turist grupları Pamukkale ve İlimizdeki diğer turistik yerleri ziyaret ettikten sonra Babadağ, Buldan ve Kızılcabölük tekstil ürünlerinden almak için buralara da turlar düzenlemektedirler.

    ahsap_islemeciligi_32.jpg

Kemik Tarak

Yatağan Kasabamızda camız ve koç boynuzlarından kadın tarağı yapılmaktadır.Tarakların hammaddesini büyük baş hayvanların boynuzları oluşturmaktadır. Öncelikle manda türü büyük baş hayvanların boynuzları kullanılmıştır. Taraklar sık tarak ve çapa diş tarak olmak üzere iki şekilde yapılmıştır. Sık tarağın bir tarafı ince dişli diğer tarafı ise kalın dişlidir (Çaycı ve Aytin 2006). Tarağın imalat aşaması ise; çeşitli yollarla temin edilen boynuzlar ilk önce ısıtılan uzun bir demir vasıtasıyla delinir. Bu delme işleminde, bu kızgın demir boynuzun açık tarafından içeri doğru sokulur buda boynuzun içindeki tabakayı eritir. Böylece bu delik genişler daha sonra boynuz sıcakken soğuk suya atılır. Sudan çıkarılan boynuz dörder parmak genişliğinde karşılıklı olarak el testeresiyle kesilir. Normal bir boynuzdan 7 adet tarak çıkar. Bu taslak halindeki parçalara iki çeşit keser uygulanır. Oygu keseri ile parçaların kavisli kesimleri, düz keser ile kavislerin dış kısımları düzeltilir. Bundan soma körük ocağına atılarak ısıtılır. Bu parçalar ısıtıldıkça yumuşar şekil verme kıvamına gelince de iki tane kıskaçla düzeltilir ve iki adet yassı demirin arasına konularak mengenede sıkıştırılır. Soğuyuncaya kadar bunların arasında bekletilir. Daha sonra çıkartılan bu düzgün parçaların uçları düz keserle yontularak bıçak ağzı gibi yapılır. El testeresiyle uçları teker teker açılır. Uçları açıldıktan soma tarak halini alan bu madde, 'boynuz kazağı' denilen iki tarafı keskin mıknatısla kazınır. Önceden açılan uçlara üçgen eğeyle son şekli verilerek parlatma işlemine geçilir.Parlatma işlemi ise elle yapılır. Taraklar 1950 yılına kadar tamamen bu şekilde elle üretilmiştir. Bu yıldan sonra ağız açma ve parlatma makinesi kullanılmıştır (Çaycı ve Aytin 2006).

kemik_tarak_23.jpg


El İmalatı Cam Yapımı

1935'de Ulu Önder Atatürk'ün direktifiyle Türkiye'de cam üretme görevini üstlenen Paşabahçe, geçmişten aldığı Türk "camcılık" geleneğinin yaşatılması misyonunu bugün Denizli Cam ile sürdürmektedir. Firma, Denizli markası ile yaptığı "el imalatı cam ev eşyası" üretiminde Türkiye'de lider durumunda, dünyada ise aranılan bir konumdadır. El imalatı tarzında üretim yapan ve emek-yoğun çalışılan Denizli Cam'da 5000 yıllık camcılık geleneği yaşatılmaktadır.



    el_sanati_cam_urunler_3543.jpg

 


 el_sanati_cam_urunler_34.jpg


 


 


 

 


9 Haziran 2020 Salı

Denizli Yöresel Yemekleri KİTABI

Denizli Yöresel Yemekleri Kitabı:
https://drive.google.com/file/d/1MocIG8uZ763C4D9QspMjnTfDWVM0jvEU/view (Kitab İçin tıkla linki)
Denizli'de mahalli yemek yarışması yapılacak;
Toplumda turizm bilincini geliştirmek, iç turizmi canlandırmak ve halkın turizm hareketlerine katılımını sağlamak amacıyla Denizli genelinde mahalli yemek yarışması yapılacak. 15-22 Nisan Turizm Haftası etkinlikleri çerçevesinde düzenlenecek yarışmada elde edilecek mahalli yemeklerle ilgili bilgi ve belgeler, Denizli'nin yemek kültürünü tanıtmak amacıyla "Denizli'nin Yöresel Yemekleri" ismiyle ...
Toplumda turizm bilincini geliştirmek, iç turizmi canlandırmak ve halkın turizm hareketlerine katılımını sağlamak amacıyla Denizli genelinde mahalli yemek yarışması yapılacak. 15-22 Nisan Turizm Haftası etkinlikleri çerçevesinde düzenlenecek yarışmada elde edilecek mahalli yemeklerle ilgili bilgi ve belgeler, Denizli'nin yemek kültürünü tanıtmak amacıyla "Denizli'nin Yöresel Yemekleri" ismiyle kitaplaştırılacak.



Denizli İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz, dünyanın da en önemli mutfaklarından sayılan Türk mutfağının damak tadının bozulmadan günümüze kadar kuşaktan kuşağa aktarılarak gelebildiğini söyledi. Kormaz, "Amacımız, unutulmuş veya unutulmaya yüz tutmuş Anadolu lezzetlerini hatırlatarak ülke ve dünya çapında tanıtıp marka haline getirmektir. Mutfak, bir yörenin tanıtımındaki önemli unsurlardan birisidir." dedi. Denizli yemek kültürüne ve tanıtımına katkıda bulunmak isteyen herkesin yarışmaya davetli olduğunu söyleyen Kormaz, katılmak isteyenlerin dilekçeyle kaymakamlıklara başvurması gerektiğini bildirdi.

Kaynak:https://m.sondakika.com/
15 Şubat 2008 Cuma 17:43

7 Haziran 2020 Pazar

ÇARDAK HAN RESTORESİ TAMAMLANDI -CN5 turizm arenası M.korkmaz 2010

holiday medya_cine 5_aşkın koç la turizm arenası_mehmet korkmaz 2010

Denizli'nin Çardak ilçesinde Anadolu Selçuklular döneminde yapılan 790 yıllık Çardak Han'da restorasyon çalışmaları tamamlandı.  AA Mustafa Değirmencioğlu 29.05.2020 


"Denizli yakınlarında Akhan Kervansarayı'ndan 55 kilometre önceki menzil noktasında bulunan Çardak Han, Denizli'de bilinen ve günümüze ulaşabilmiş en eski Türk-İslam yapısıdır. Han, bölgenin Türk-İslam dönemine şahitlik eden ve yaklaşık 800 yıllık geçmişe sahip ilk kimlik belgesi niteliğindedir. Kitabesinin her iki yanındaki aslan heykelleri, kapalı kısımda, paye başlıklarında yer alan boğa ve insan başı ile çifte balık rölyefleriyle de dönemindeki hanlar arasında ayrıcalıklı yere sahiptir. Ticaret yolu üzerindeki han, kervanlara ev sahipliği yapan Ege Bölgesi'ndeki türünün en büyük yapısıdır. Osmanlı döneminde han ve derbent olarak görev ifa eden kervansarayın işletilmesine yardımcı olan çevresindeki halkın vergiden muaf tutulduğunu arşiv belgeleriyle sabittir."      


ÇARDAK HAN; Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad döneminde yaptırılan kervansaray, kara yolundan yaklaşık 500 metre içeride yer alıyor.Kitabesinde "Ribat olarak Alaeddin Keykubad döneminde Başkumandan Ayaz tarafından hicri 627 yılı ramazanında yapıldığı" yazılan kervansaray, doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı inşa edilmiş, altı bölümlü, beş sahından oluşuyor.Dikdörtgen kapalı mekanı ve kare avlusuyla Selçuklu sultan hanlarının bir örneği olan kervansaray, 22,50 x 27,00 metre boyutlarındaki beş nefli kapalı kısım, dört sıra kesme taş payeye oturan sivri tonozlarla örtülü.Diğerlerinden daha geniş ve tonozu da daha yüksek durumdaki orta nefin paye başlıklarının ilkinde bir boğa başı, üçüncüsünde karşılıklı sıçramış iki balık, dördüncüsünde de bir insan başı kabartması dikkati çekiyor.İki yanında yuvarlak kuleleri bulunan taç kapı nişi kesme taşlardan örülmüş, giriş kemeri üzerine yerleştirilen yedi satırlı kitabenin yanlarında iki Selçuklu aslan heykeli bulunuyor. Taç kapının dikdörtgen çerçevesini, geometrik ve bitkisel motiflerle süslenmiş bordür ile onu kuşatan silme oluşturuyor.


DENİZLİ YÖRESEL YEMEKLERİ- PDF Ücretsiz indirin

Mehmet KORKMAZ İl Kültür ve Turizm Müdürü - PDF Ücretsiz indirin: DENİZLİ YÖRESEL YEMEKLERİ Mehmet KORKMAZ İl Kültür ve Turizm Müdürü SUNU Ege bölgesinin ikinci büyük kenti olan Denizli ilimiz; tekstil, ticaret, sanayi sektörlerindeki hamleleri yanında özellikle doğa harikası olan ve UNESCO......

https://denizli-turizmi.blogspot.com/2014/07/

https://denizli-turizmi.blogspot.com/2014/07/